Görmez, 2015 Yılı Hac Organizasyonunu Değerlendirdi

21 Eylül 2015 Pazartesi
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Mekke’de basın mensuplarıyla bir araya geldi. Hac İdare Merkezinde basın mensuplarıyla kahvaltılı toplantıda buluşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, yaptığı konuşmada önemli konulara temas etti.
 
Sözlerinin başında Kabe’de meydana gelen kazada hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar dileyen Başkan Görmez, İslam dünyasında meydana gelen gelişmeler, iç savaşlar sonucunda ortaya çıkan mülteciler meselesi, Türkiye’de son dönemde yaşanan olaylar, Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılar ve yaklaşan Kurban bayramı hakkında önemli açıklamalarda bulundu.
 
İslam toplumları için bu yüzyılın bir hazan mevsimi olduğunu kaydeden Başkan Görmez’in konuşmasından bazı satır başları şöyle;
 
“Bu yüzyıl, İslam toplumları için bir hüzün yüzyılı, hazan mevsimi oldu…”
Eğer yüzyıllara isim verilecek olursa İslam toplumları için bu yüzyıl, bir hazan mevsimi, bir hüzün yüzyılı olmuştur. Zira Müslümanlar bu yüzyılın başında yaşadıkları bölünmeyi, parçalanmayı, dağılmayı, işgallerin ve sömürgelerin bıraktığı izleri silmeye çalışırken, yüzyılın başında ortaya çıkan yaralarını sarmaya çalışırken, daha yaralarını sarmadan yeni büyük yaralar açılmıştır. Bu yaşadığımız dönemi İslam tarihinin 4’üncü zor dönemi olarak tarif ediyorum. Birinci zor dönem, Hazreti Osman’ın katliyle başlayan ilk fitne hadiselerinin başladığı zor dönemlerdir. İkinci zor dönem, Moğol istilasıyla Haçlı Seferlerinin birleştiği ve yine aynı şekilde bütün Müslümanların topyekun büyük zorluklar yaşadıkları ikinci dönemdir. Üçüncü dönem, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışıyla Müslümanların bir dağılma sürecine girmeleri olmuştur. Ama bu son on yıllar dördüncü zor dönem olarak İslam’da yad edilecektir. Çünkü büyük yaralar açılmıştı, işgallerin ve sömürgelerin açtığı büyük yaralar vardı, bu yaraları Müslümanlar gerek bireysel olarak, gerek toplumsal olarak hep sarmaya çalışıyorlardı. Cehalet gibi, fakirlik gibi, tefrika gibi büyük yaralar vardı, fakat bu yaraları henüz kapatamadan yeni büyük yaralar açıldı, açılan yeni büyük yaralar içerisinde son 30 yılda 11 milyon Müslüman katledildi. Bunların bir kısmı dışarıdan işgal, savaşlarla yok oldu, bir kısmı da en üzücü olanı da Müslümanların birbirlerini katletmeleri neticesinde 11 milyon Müslüman öldürüldü, katledildi, 60 milyon Müslüman yaralandı, 150 milyon çocuk yetim kaldı, milyonlarca insanlar yerinden, yurdundan edildi.
 
“Son on yıllarda İslam dünyasında yaşananlar Müslüman bilinçlerde yaralar oluşturdu…”
Bütün bunlar içerisinde bu yaralar dahi sarılabilir, en büyük yara bilinçlerde açılan yaralar olmuştur. Bu yüzyılın başında dahi başımıza gelen musibetler, toplumların bilinçlerinde yaralar oluşturmadı, ama bu son on yıllarda yaşadığımız büyük acılar Müslüman bilinçlerde yaralar oluşturdu, bu yaralar Müslümanları birtakım gruplara ayırdı. İslam dünyasında kendisine Selefi adını veren gruplar ile Şii adını veren gruplar karşı karşıya geldi, bir mezhep çatışmasına doğru adımlar atıldı. Dolayısıyla, sadece Bağdat tahrip edilmedi, Bağdat’ın sadece binaları yıkılmadı, sadece Bağdat’ın tarihi dokusu, medeniyeti yok olmadı, aynı zamanda yüzyıllarca Bağdat’ta Sünni’yi, Şii’yi, Hıristiyan’ı, Müslümanı birlikte yaşatan o tarihi doku, dini doku yok oldu. Sadece Şam yok olmadı, sadece Şam’ın ilmi, marifeti, hikmeti yok olmadı, aynı zamanda tarih boyunca Şam’da inşa edilen ötekine saygı yok oldu. Bağdat’taki İmam-ı Azam Ebu Hanife ekolünün, mektebinin inşa ettiği düşünceler ile Kazımiye’de Ehli Beyt mektebini inşa eden, Kerbela’da Ehli Beyt mektebini inşa eden düşüncelerin yan yana birlikte yaşaması yok oldu. Onun için, gerçekten bu bilinç yaraları, zihin yaralanması yahut gönüllerin parçalanması son yüzyılda yaşadığımız ne büyük hadiselerdir. Biz Müslümanların bir zaafı daha var, biz bütün başımıza gelen musibetleri hariçte aramak, suçu başkalarına atma konusunda zaman zaman mahir olabiliyoruz. Elbette harici unsurların farkında olmak gerekir. İslam dünyasındaki hareketlenmeler, bütün bunların harici sebeplerinin farkında olmakla birlikte, asıl bizden kaynaklanan dahili sebepleri unutmamak lazım, aksi takdirde yaraları sarma imkanına sahip olmayız.
 
“Tarih boyunca başka dünyalardaki mazlum, mahrum ve zulme uğrayanların sığındıkları İslam dünyası, bugün başka dünyalara sığınmak zorunda kalmışlardır…”
İslam dünyasında bütün bu olup bitenler, aynı zamanda bir göç hareketini beraberinde getirdi, bir sığınma ve iltica hareketini beraberinde getirdi ve işte son zamanlarda bütün dünyanın konuşmaya başladığı bir mülteciler sorunuyla karşı karşıya kaldı bütün insanlık. Belki biz Müslümanların gelecek nesillerimize anlatmakta zorluk çekeceğimiz husus, tarih boyunca biz sığınılan bir yurt olmuşuz, başka dünyalardaki mazlumlar, mahrumlar, zulme uğrayan, ırkçılığa tabi tutulan, ötekilenen garip insanların sığındıkları coğrafya İslam coğrafyası olmuştur. Yahudiler 1400’lü, 1500’lü yıllarda İspanya’dan ve bütün Avrupa’dan sürüldüklerinde başvurabildikleri, sığınabildikleri tek coğrafya İslam coğrafyası olmuştur. Onlar İstanbul’a gelmişlerdir, İstanbul’da kendi inançlarını, düşüncelerini, kendi kitaplarını, Kelam kitaplarını kaleme alma imkanı bulmuşlardır. Aynı şekilde Ortodokslarla Katolikler arasında tarihi büyük savaşlarda Ortodokslar sığınacak yegane melce olarak İslam diyarını bulmuşlardır. Dünyanın her tarafından mazlumlar İslam coğrafyasına sığınmışlardır. Ama bugün üzülerek belirteyim, izahını yapmakta zorlandığımız husus, bilakis Müslümanlar Müslümanlardan kaçarak gayrimüslimlere, başka dünyalara sığınmak zorunda kalmışlardır.
 
“Akdeniz sadece mülteciler mezarlığı değil, aynı zamanda bir vicdan ve merhamet mezarlığına dönüşmüştür…”
Bir taraftan bu mülteciler, muhacirler sorunu aynı zamanda bir insanlık sorununa dönüşmüş, Akdeniz sadece mülteciler mezarlığı değil, aynı zamanda bir vicdan ve merhamet mezarlığına dönüşmüştür ve bu da devam etmektedir. Bunun neticeleri nereye varacak, bütün bu insanlar yerlerinden ve yurtlarından edilen insanlar nereye sığınacaklar? Biz aynı zamanda 2015 yılı hac ibadeti esnasında bunları da düşünmek, dualarımızla bütün bunları da ifade etmek zorundayız.
 
“Mescid-i Aksa’nın Harim-i İsmet’inin çiğnenmesi bütün Müslümanları derinden yaralamıştır…”
2015 yılının hac ibadeti ve Kurban Bayramına girerken yaşadığımız önemli sorunlardan bir tanesi de, Mescid-i Aksa’nın bir hafta içerisinde üç defa işgalciler tarafından işgal edilmesi, askerlerin postallarıyla girmesi, ses ve sis bombalarıyla Mescid-i Aksa’nın Harim-i İsmet’ini çiğnemeler yine aynı şekilde bütün Müslümanları derinden yaralamıştır. Üzülerek belirteyim, zaten bütün Filistinliler vatanlarından edilerek toprakları üzerinde zorla bir devletin kurulmuş olması, daha sonra Kudüs’ün Berlin duvarına benzer duvarlarla ikiye taksim edilmesi, bütün insanların yerlerinden, yurtlarından edilmesi, on binlerce insanın katledilmesi yetmiyormuş gibi, bir de zamansal ve mekânsal olarak Mecsid-i Aksa’yı taksim etme planlarının devreye sokulmuş olması, içinde ibadet eden insanlara bir sabah vaktinde bombalarla girerek Mescid-i Aksa’nın Kanuni Sultan Süleyman zamanından itibaren yapılan, kapılarını kırarak, tahrip ederek, Mecsid-i Aksa’nın tarihi eser olarak değeri hiçbir şeyle ölçülemeyecek pek çok yerini tahrip ederek, ama en önemlisi de Harim-i İsmet’in çiğneyerek zamansal ve mekânsal taksime yeltenmeleri yine şekilde bütün Müslüman hafızalarda, vicdanlarda, gönüllerde açılan bir yara olmuştur.
 
“Türkiye’de yaşanan terör hadisesi sadece bir terör hadisesi değil, tarih boyunca İslam’a sadakati tartışılmaz olan Kürt kardeşlerimizi İslam’dan koparma teşebbüsüdür…”
Türkiye’de on yılardır devam eden bir cinayet şebekesinin eli kalem tutacak çocukları on yıllardır dağlara götürerek onlardan bir katiller grubu oluşturması ve sonra şehirlere inerek insanları, askerleri, polisleri, sivilleri katletmeye başlaması, tabi aynı şekilde bu atmosferde aklımızdan ve hatırımızdan çıkarmamamız gereken, buralarda ibadetlerimizde ve dualarımızda üzerinde durmamız gereken önemli bir konu olarak önümüzde duruyor. Bilhassa İslam dini açısından meseleye baktığımızda, hem İslam tarihi açısından, İslam dini açısından ve İslam dünyasında yaşanan sorunlar açısından baktığımızda, Türkiye’de tekrar harekete geçen bu üzücü hadiseler sadece bir terör hadisesi, bir terör meselesi değildir. Bilhassa on yıllardır bölgede başlayan bu terör hadisesi sadece bir terör hadisesi değil, aynı zamanda tarih boyunca İslam’a sadakati asla tartışılmaz olan, bizim ayrılmaz bir parçamız olan Kürt kardeşlerimizi sadece Türklerden ayırma ameliyesi ve teşebbüsü değil, aynı zamanda İslam’dan koparma teşebbüsü olarak okunması gerekiyor. Tarih boyunca hem İslam dünyasında başlatılmak istenen Selefilik ve Şiilik ihtilafı ve kavgası dikkatte alındığında, bu bölge aynı zamanda İslam’ın ana yolu, medeniyetler kuran ana yolunun daima temsilcisi olmuş, hem de İslam’a olan sadakati hiçbir zaman tartışılmaz olmuştur.
 
“Terör hadisesi, Anadolu’yu ve İslam dünyasını birbirine bağlayan o tarihi dini dokuyu ortadan kaldırma teşebbüsüdür…”
Şemdin’li mezarı bulunan Seyyid Taha Arvasi Hindistan’daki  müceddidiye mektebi ile Ortadoğu’daki halidiye mektebini birbirine bağlamış, Kafkasya ile Hindistan arasında akrabalıklar oluşturmuş, İstanbul’la Bağdat’ı, Şam ile Diyarbakır’ı adeta aynı düşüncenin, aynı inancın, aynı aşkın birer mensupları haline getirmiştir. Onun için belki biz bütün bu hadiseleri sadece birer terör hadisesi olarak okuyabiliyoruz, hatta sadece birer etnik hareket olarak görüp okuyabiliyoruz, ama bizler İslam açısından meseleye baktığımızda, İslam tarihi açısından meseleye baktığımızda aynı zamanda bunun bir dini dokuyu Anadolu’yu ve İslam dünyasını birbirine bağlayan, Hindistan’ı ve Kafkasya’yı birbirine bağlayan o tarihi dini dokuyu ortadan kaldırma teşebbüsü olarak gördüğümüzü açıkça ifade etmek isterim.
“Hac ibadeti İslam toplumlarının ümitlerini yeşerten ve bize yenilenme imkanı veren, bize yeniden diriliş imkanı veren büyük bir ibadettir…”
Hac ibadeti bütün bu olup bitenler yaşanırken aslında İslam toplumlarının ümidi olmaya devam eden, ümitlerimizi yeşerten ve bize yenilenme imkanı veren, bize yeniden diriliş imkanı veren büyük bir ibadettir. Hac ibadeti sıradan bir seyahat değildir. Hac ibadeti bütün bu olup bitenleri aynı zamanda değerlendirdiğimiz, konuştuğumuz, en önemlisi de umutları yeşerten ve bize yeniden diriliş imkanı veren çok büyük bir ibadettir. Bize ırkları, renkleri, coğrafyaları farklı olan Müslümanların her şeye rağmen bir araya gelebileceklerini gösteren, Arafat’ta bizleri buluşturan, tavafta bizleri buluşturan bütün farklı ırkları, coğrafyaları buluşturan ve yeniden ayağa kalkmayı öğreten, kıyama davet eden, kötülüklerimizi bireysel kötülüklerden başlayarak, toplumsal bütün kötülükleri bertaraf etme imkanı sunan ve İslam toplumlarının bütün temsilcilerini burada yenileyerek onlara gönderen çok büyük bir ibadettir. Ancak dindarlık sadece ritüellere ve ibadetlere indirgendiği için, ibadetler de sadece şekle indirgendiği için bu yeniden diriliş imkanı sunma konusunda hac ibadetinde de birtakım sorunlar yaşadığımızı öteden beri ifade etmeye çalışıyorum.
 
“Hac ibadetinde araçların gayeye dönüşmesi en büyük tehlikedir…”
Hac, kelime anlamı itibariyle mahza gaye demektir. Hac ibadetinde bir araçlar vardır, bir de gaye vardır. Araçların gayeye dönüşmesi en büyük tehlikedir, bilhassa modern, modernleşme süreçleri araçları öne çıkardı, gayeyi adeta bizden uzaklaştırdı. Buralarda gördüğümüz yapılanmalar tarihsizlik, tarihsizleştirmeler ve ibadetin özüyle ilgili yaşadığımız birtakım sıkıntılar maalesef hac ibadetinin de karşı karşıya bulunduğu bir tehlike olarak önümüzde duruyor. Mekke’de biz ibadet ortamımızı nasıl bir kapitalizmle kuşatıldığını hepimiz her yıl acı acı görüyor ve müşahede ediyoruz. Müslümanların bilhassa bu ibadeti bize her yıl yeniden diriliş imkanı veren, bize umutlarımızı yeşerten bu ibadetimizin gayeleri üzerinde yeniden düşünmemiz gerekiyor.
 
“Hac ibadetinin en büyük gayelerinden bir tanesi, bireyselliği ortadan kaldırarak ırkları, renkleri, statüleri farklı bütün insanları bir ihram içerisinde eşitlemesidir…”
Hac ibadetinin en büyük gayelerinden bir tanesi bizi ben olmaktan çıkarıp, biz yapan bir ibadet olduğu halde yani bireyciliği ve bireyselliği ortadan kaldırarak ırkları, renkleri, statüleri farklı bütün insanları bir ihram içerisinde, bir kefen içerisinde eşitleyerek aynı atmosferde ibadet etmemizi sağladığı halde ibadetlerimizi bireyselleştirmekle karşı karşıya kalıyoruz. Bu da hac ibadetini aynı şekilde karşı karşıya kaldığı çok büyük bir sorundur. Onun için hac ibadetinin mahiyeti üzerinde o bilinçleri yeniden ayağa kaldıran, İslam dünyasındaki yaraları saran bir ibadete dönüşmesi için İslam alimlerinin, İslam bilginlerinin bir araya gelerek çokça müzakerelerde bulunması gerekiyor. Daha önce burası aynı zamanda bir alimler buluşmasının gerçekleştiği nadir mekanlardan bir tanesi olmuş, hocalar, talebeler burada buluşmuş, kitaplar burada yazılmış, buradan dünyaya yayılmıştır. Hem o ilmi boyutunu Müslümanlar kaybetmiştir, hem de Müslümanların yıllık en büyük kongresi olma niteliğini kaybetmiş olması hac ibadetinin bize kazandıracağı güzelliklerden de bizi mahrum bırakıyor.
 
“Hac ibadeti, dünyadan el etek çektikten sonra yapılacak bir ibadet değil, dünya ile nasıl muamele edeceğimizi öğreten bir ibadettir…”
Bizim millet olarak hac konusundaki bazı yanlış düşünce ve kanaatlerimizi düzeltmemiz gerekiyor. Bunlardan bir tanesi, bizim milletimiz sanki hac ibadetini dünyadan el etek çektikten sonra yapılacak bir ibadet olarak görüyor. Halbuki dünya ile nasıl muamele edeceğimizi öğreten bir ibadettir hac ibadeti. Bize ilişkilerimizi yeniden kuran, inşa eden bir ibadet olarak hac ibadetini değerlendirmeliyiz. Sadece yaşlandığımızda, dünyadan el etek çektiğimizde yapacağımız ibadet anlayışından vazgeçmeliyiz. Hac ibadetinin dünyaya yönelik boyutu, ahirete yönelik boyutu kadar zengindir, bize çok şey kazandıran bir ibadettir bizim bu boyutlarını yeniden ele almamız gerekiyor.
 
“Kurban, Müslüman olma ve Müslüman kalma bilincimizi diri tutan bir ibadettir…”
Bütün dünyada Müslümanların kutladıkları Kurban Bayramı ve kestikleri kurbanlar aynı zamanda hac ibadetinin kendi dünyalarında bir parçası ve hac ibadetine katılımlarıdır. Yani bütün dünyanın temsilcileri olarak hacılar burada, bu ibadeti ifa ederler, ama hac ibadetinin kurban boyutunu da dünyadaki bütün Müslümanlar yaşayarak bu ibadete katılmış olurlar onun için ayrılmaz bir parçası olarak vardır. Ben şimdiden hem milletimizin, hem alemi İslam’ın Kurban Bayramını tebrik ediyorum. Kurban da aynı şekilde felsefe olarak çok derin manalar barındıran, sadece farz, sünnet ve vacip ile ifade edilmeyen, aynı zamanda şeair olarak değerlendirilen, yani Müslüman olma ve Müslüman kalma bilincimizi diri tutan bir ibadet olarak tarih boyunca Hazreti İbrahim’den itibaren var olan bir ibadettir.
 
“Kurban sadece bir hayvanı kesmekten ibaret bir şey değil, bizi yoktan var eden kudrete yakın olma, onunla yakınlık kurma çabasıdır…”
Biz kendi inancımıza göre yüce Rabbimiz bizleri yarattı ve Ruhlarımıza kendisinden değer katarak bize emanet etti, ruhlar beden ülkesinde adeta hapsoldu. Bizi yüceltecek şey geldiğimiz kaynağa yakın olmaktır, yakın durmaktır biz ondan geldik çünkü. Biz buna kurban diyoruz geldiğimiz kaynağa yakın durmak, onunla yakınlık kurmak Rabbimizle yakınlık kurmak… Kurban sadece bir hayvanı kesmekten ibaret bir şey değildir. Kurban, kasaplık değildir. Kurban, bizi yoktan var eden kudrete yakın olma, onunla yakınlık kurma çabasıdır, gayretidir. Bugün biz ruhlarımızı beden ülkesinde o kadar çok hapsettik ki geldiğimiz kaynağa uzaklaştık. Şeytan kelimesi, aslında kurban kelimesinin Arapçadaki zıddıdır. Çünkü o da uzaklaşan demektir, uzaklaşmak demektir. Oysa bize yakışan yakın olmaktır, yakınlaşmaktır.
 
“Kurban Bayramı ve hac mevsiminde yüreklerimizi kin, öfke, nefret ve küskünlük gibi en ağır yüklerinden kurtaralım…”
Bayram günlerinde sevinç bir ibadettir, sevinci evden eve taşımak bir ibadettir. Buradan çağrım, Kurban Bayramı ve hac mevsiminde yüreklerimizi en ağır yüklerinden kurtaralım. Yüreklerin en ağır yükü kindir, öfkedir, nefrettir, küskünlüktür, bütün bu yüklerden yüreklerimizi kurtarmamız gerekiyor. Bayramı yapamayanlara bayram yaptırmak, bayram günü yapacağımız en önemli ibadetlerden, güzelliklerden bir tanesidir.
 
“Bizi Rabbimize yakınlaştıracak olan bu ibadeti ifa ederken, bizi ondan uzaklaştıracak davranışlardan uzak durmalıyız…”
Biz Türkiye’de her Kurban Bayramında iki şey tartışırız. Birisi, bilhassa kurban ibadeti esnasında hayvanlara yapılan birtakım eziyetleri gündeme getirerek kurbanın kendisini tartışırız. Artık bizim her Kurban Bayramında klasik iki cümlemizdir bu. İki şeyi yapmayalım diyoruz. Birincisi; bizi Rabbimize yakınlaştıracak olan bu ibadeti ifa ederken, bizi ondan uzaklaştıracak davranışlardan uzak durmalıyız. Kurbanlık hayvana eziyet bunlardan bir tanesidir. Toplum sağlığını hiçe saymak bunun bir tanesidir. Ama bunu yaparken de aynı zamanda Hazreti İbrahim Peygamberden bu yana İslam medeniyetinin olmazsa olmazı bir ibadeti de tartışma konusu yapmayalım.
 
“Bütün İslam dünyasında bir merhamet yılı ilan edelim…”
Diliyor ve istiyorum ki bu hac mevsiminde ve bu Kurban Bayramından itibaren bütün İslam dünyasında bir merhamet yılı ilan edelim. Yeniden hem birbirimize karşı, hem bütün varlığa ve kainata karşı merhametli olmak için bir seferberlik başlatalım. Akan kanı durduracak, akan gözyaşını durduracak bir merhametten söz ediyorum.
 
“Bugün kan ve gözyaşı içerisindeki bütün İslam coğrafyasının bir merhamet seferberliğine ihtiyacı var…”
Bugün bütün İslam coğrafyasının, yani kan ve gözyaşı içerisindeki bütün İslam coğrafyasının bir merhamet seferberliğine ihtiyacı var. Bizim kendi ülkemizde de bütün mazlumlara umut olmaya devam edebilmek için aynı şekilde bir merhamet seferberliğine, bir şefkat seferberliğine ihtiyaç var. Hiç kimsenin gönlünü daha kırmadığı, kırmaktan çekindiği bir dil ve üslup ile bir gönül diliyle, gönül dilini ayağa kaldırarak kendi ülkemizde eğer bu merhameti egemen kılarsak, kurban bayramı ve hac ibadeti ile başlayan bu süreçten sonra inşallah bu bütün dünyaya da dalga dalga yayılacak ve insanlığı kuşatacaktır diye umut ediyorum.